Cehenneme Mahkûm
- esrabeyatli
- 22 Eki
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 Kas
Büyükannem, ölümden sonra cehennem ateşiyle yüzleşirse, saçlarının onu alevlerden koruyacağına inanırdı. Özenle türbanın altına topladığı, artık cılızlaşmış upuzun saçları kalçasına kadar unanırdı. Dinine olan bağlılığı, çevresine karşı olan merhameti ve temiz kalbi ile böylesine erdemli birinin kendinden bu kadar şüphe duymasını çocuk kafamla hiç bir zaman anlayamamıştım.
Kulaktan doğma dini yükümlülükleri umursamayan açık fikirli anne babaya sahip olduğum için şanslıydım. Ancak, cehennem azabı ve oraya nasıl sürüklendiğimiz hakkında nasihat veren yetişkin gözetiminden de mahrum değildim:
Bir gün sınıfta, "Eğer Müslüman değilseniz, öbür dünyada ciddi bir kaos sizi bekliyor," demişti ilkokul din bilgisi öğretmenim. Müslümanlığın içine doğmuş biri olarak ilk tepkim "Çok şanslıyım!" oldu. Öbür dünya için kesilmiş altın biletim verdı. "Ama gereken tüm yükümlülükleri yerine getiren iyi bir Müslüman değilseniz, cehenneme gidersiniz," diye eklemişti.
İnançlarına bağlı, iyi bir çocuktum, ama büyükannemi düşününce işler karışıyordu... O bile cennette iyi bir yer kapamıyorsa, ben nasıl becerebilirdim?
ABD'ye taşınmam işleri daha da zorlaştırdı. Birdenbire, kendimi sonsuz lanetten kurtulmanın tek yolunun İsa'yı kurtarıcım olarak kabul etmek olduğuna yemin eden insanlarla çevrili buldum. Ve işler daha da karmaşıklaşamaz derken, bana 'seçilmiş kişi' olmadığımı hatırlatan Yahudi arkadaşlar edindim;
Ne yaparsam yapayım, birileri cehenneme gideceğimden emindi.
Belki de büyükannem hakllıydı; belki de saçımı uzatmak tek kurtuluş yolumdu.
Cehennem’e mahkum edilirken, hakikat arayışına koyuldum. Yolculuğum beni dünyanın dört bir yanına sürükledi; efsanevi ejderhaların peşine düştüm ('Yüzler Görüyorum sekmesine bakın), huzuru karanlık alemlerde aradım ve Tanrı ile konuşma umuduyla dualar ettim, dinlemek için meditasyonlar yaptım. Yıldızları seyrederek, diğer yaratılışlar ile bağ kurmaya ve onların varlığını hissedebilmeye çalıştım.
Yolculuğum sırasında, nihai varış noktamın, dinlerin yükümlülüklerini katı bir şekilde takip etmekle belirlenmediğini idrak ettim. Ortada, herşeye hükmeden kozmik hakemler yoktu. Tanrı, Allah, Evren ya da Yaratılış; hepimizin içindeki ezeli ve ebedi özdü. İçimizdeki bu saf sevgiyi inkar etmek, cehennemin ta kendisiyken onu kucaklamak ise cennetti. Aslında eylemlerimiz, duygularımız ve düşünce sistemlerimiz, kişisel cehennemlerimizi ve cennetlerimizi yaratıyor du.
Her kutsal kitapta tekrarlanan gerçeği, Allah'ın suretinde ve nefesinden yaratılmış olmayı, anlayınca aslında ölümsüz varlıklar olduğumuz idrak ettim. Kendimizi sürekli geliştirdiğimiz sonsuz bir döngünün parçasıydık. Yani korkacak bir şey yoktu, çünkü yolumuzu yeniden şekillendirmek ve ilahi doğamıza kavuşmak için elimizde sonsuzluk vardı.
Ortaokul öğretmenim bize Tanrı'nın her yerde olduğunu, aynı zamanda insan formunu tecrübe ederek bizim içimizde de bulunduğunu öğretmiş olsaydı, benim için daha mı iyi olurdu? Bilemiyorum... Belki de böyle bir bilgelik, beni pek çok uykusuz geceden kurtarırdı ama bu sefer de hakikati, egomuzun bizi nasıl etkilediğini bu kadar iyi anlayamazdım.
Cehennem tehdidinden kurtulunca, cesaretle kestirdim saçlarımı. Tatlı limonatamdan bir yudum aldım ve dualarımda din öğretmenimin ve büyükannemin anısına şükran dolu kadehimi kaldırdım.


Yorumlar